AnasayfaGenelKalkınma

“Orda Bir Köy Var Uzakta…”

“Orda Bir Köy Var Uzakta…”

IDEMA
İcra Kurulu Üyesi
Kenan Anıl Gökrenk

IDEMA Kalkınma çalışanları yazıyor: IDEMA İcra Kurulu Üyesi Kenan Anıl Gökrenk, saha çalışmasının önemi ile kalkınma dinamiklerini coğrafya ve toplum açısından ele alarak, Elazığ Depremi’nde sağlanan İhtiyaç Haritası yardımları örneğini IDEMA Haber okuyucuları için anlattı.

Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür…

Başlığı okuyunca hatıralarınız sizi de; mazot kokulu, bastığında gıcırdayan tahtalardan yapılmış zeminli, onarılmaktan yorgun düşmüş sıraların olduğu, camını açtığında çocuk seslerinin ve ağaç kokularının peydah olduğu bir ilkbahar sabahını yaşadığınız, o ilkokul zamanlarına götürmüştür umarım. Benim bu dizeler ne zaman aklıma gelse, hemen mırıldanmaya başlar ve betimlediğim sınıfın içinde Gönen Şehit Rahmi İlkokulu’nun sıralarında bulurum kendimi. 

Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı bu şiir, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, memleketin dört bir köşesinde var olan köylerin “bizim köyümüz” olduğunu söyler okura… Yani der ki; hiç gitmesen de oradaki köye, köydeki eve, içindeki insana sorumluluğun vardır. Şiir, içinde dağları, ormanları ve yolları barındırır. Yani memleketi memleket kılan başta insan olmak üzere her şeye karşı sorumlu olduğunu anlatır sana. 

Belki de Cumhuriyet’in ilk yıllarında memleketin dört bir yanında kurulan fabrikaların, döşenen rayların, öğrenme ve öğretme seferberliklerinin sebebi bu sorumluluktur. Ne dersiniz?

Coğrafya dersinde öğrendiklerimize göre Türkiye yedi bölgeden oluşuyordu. Bu bölgelerin ikliminin birbirinden o kadar farklı olduğunu anlatmışlardı derslerde. Bunun sebebi de coğrafi şartların iklim koşullarına olan etkisiydi. Şimdilerde düşününce bu coğrafi şartlar ve iklim özellikleri insanların gelenek ve adetlerini, hatta folklorünü belirlediğini anlıyorum. Oysa okullarda kimse bunlardan bahsetmemişti bana. Karadeniz’de mısır yetiştirilir bu yüzden insanlar mısır ekmeği tüketir demişlerdi. Hatta köylerdeki evlerin coğrafi şartlar nedeniyle birbirinden çok uzakta olduğu, bu evlerin yollarının olmadığını insanların kendi kurdukları teleferik sistemlerle malzeme taşıdıklarını, kendi ulaşımlarını sağladıklarını söylemişlerdi. Ama okula giden çocukların mecburen bu teleferiğe binmesi gerektiğini hatta birçok kişinin bu ulaşım şartlarından dolayı yaşanılan kazalar sebebiyle hayatını kaybettiğini bahsetmemişti kimse… Kim bilir belki öğretmenlerimin suçu değildi. Muhtemelen onlar da bilmiyordu; ama gerçeklik böyleydi. 

Benim için bu bilinmezlikler, üniversite yıllarında tanıştığım sivil toplum kuruluşları sayesinde değişmeye başladı. Kente öğrenimleri için gelen gençlerin ulaşım problemlerinde, kentte yaşayan düşük gelirli ailelerin çocuklarının daha iyi şartlarda öğrenim becerilerini geliştirememesinden kendimi sorumlu hissediyordum. Bu coğrafya başta olmak üzere dünyanın her yerindeki insanlar için her şeyin daha iyi ve daha adil olmasını istemeye başladım.

2008 yılından bu zamana kadar aynı güç ve istekle memleketin her köşesinde bu amaç uğruna yüzlerce çalışmanın içinde yer aldım. Birçok insanla tanıştım. Bazen gençlik projelerinin içerisinde farkındalık arttırmak amaçlı etkinlikler düzenledik, bazen ekonomik kalkınmayı destekleyici iş birliği ve modeller geliştirdik, bazen de felaketler sonrasında insanların yaralarını sarmak için sistemler yarattık. Ama hepsinde olayın merkezinde, insana dokunarak, yani sahada olarak bu çalışmaları yürüttük. 

Tüm bu yürüttüğümüz çalışmalarda geliştirdiğimiz projeler amacında sahada olmayı bir fırsat bilerek çalıştım. Emin olun ki bilgisayarınızın başında, örneğin Kars Kaşarı üzerine bir proje geliştirebilirsiniz. Ancak, Kars Kaşarı üretiminin büyük bir bölümünün, Ardahan sınırları içerisinde üretildiğini, Ardahan, Göle’ye gitmeden bilemezsiniz. 

Örneğin 24 Ocak 2020 tarihinde Elazığ’da gerçekleşen deprem sonrasında İhtiyaç Haritası olarak hemen organize olduk ve bir eylem planı oluşturduk. Bu plana göre öncelikle idari yetkililerle iletişime geçerek Elazığ’ın acil ihtiyaç listesini oluşturduk ve kamuoyu ile paylaştık. Bu kısma kadar her şeyi Elazığ’da olmadan yapabildik. Ancak, yardımların doğru şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması, doğru ve anlık ihtiyaç analizi yapılarak paylaşım yapılması, yerel karar alıcıların yönlendirmesi ile diğer sivil toplum kuruluşlarının organize şekilde çalışılmasının sağlanması ancak sahada olarak yürütülebilirdi. Bu işleri gerçekleştirmek için de işin merkezinde olmak gerekiyordu. Hızlıca koordine olarak bir gün sonrasında araçla bölgeye gittik. Elazığ’a gittiğimiz gibi öncelikle durum tespiti yapıp kendimize çalışabileceğimiz bir alan yarattık. Daha önceden doğru biçimde kurduğumuz yerel ilişkiler sayesinde kolaylıkla tüm bu süreçleri yürütebiliyorduk. 

Öncelikle, Elazığ Ticaret Odası’nda bir kriz merkezi kurduk ve bizim gibi Elazığ’a yardım için gelmiş tüm sivil hareketleri bu toplantıya dahil ettik. Sonrasında yerel otoritenin hareket planını anlamak ve bu planın içinde doğru konumlanabilmek adına Elazığ Valiliği ve AFAD tarafından gerçekleştirilen koordinasyon toplantısına katıldık. Diğer illerden gelen yardımların doğru şekilde dağıtılması, ihtiyaçların anlık olarak belirlenerek kamuoyu ile paylaşılması ve Elazığ dışından gelen sivil inisiyatiflerin koordinasyon sürecini üstlendik.

İhtiyaç Haritası’nın online ortamda var olan sistemini hızlıca Elazığ özelinde kurguladığımız bir sisteme çevirdik. Çünkü, temel olarak aynı sistemi Elazığ’da sahadaki koordinasyonumuzda yürütülmesine ihtiyaç vardı. Öncelikle üç noktada yürütülecek bir organizasyon yapısı kurguladık. Bu organizasyon Ticaret Odası’nda konumlandırdığımız kriz merkezi tarafından yürütülecekti. Kriz masasının yürütülmesi, sağlıklı bilgi akışının hem organizasyonun içinde hem de diğer paydaşlarla sağlanması görevini Ali Ercan Özgür ve Ahmet Batat üstlendi. NEF VAKFI adına organizayona dahil olan Ercüment de bu ekipte yer alıyordu. Halkın toplanma noktalarına gidecek oradaki sorumlularla görüşecek ve buradan alınan doğru bilgiyi teyit ettikten sonra kriz merkezine aktaracak gönüllülerin operasyonunu, 20 yıllık saha deneyimiyle Mehmet Sarıca gerçekleştirecekti. Ben de TİDER (Temel İhtiyaç Derneği) temsilcisi Rıdvan Öner ile birlikte, ülkenin çeşitli yerlerinden gönderilen yardımları depoda istiflenmesi ve dağıtılmasından sorumlu olmuştum.

Kars’tan Edirne’ye, Trabzon’dan Antalya’ya kadar, ülkenin her bir noktasından Elazığ’a yardım yağıyordu. Nasılda kenetlenmiştik birbirimize… Her gelen aracı gördükçe üzerimdeki sorumluluğu hissediyor ve geceleri gündüzlere katarak çalışmak istiyordum. Elazığ’a yardım etmek isteyen halk, belediyeler, ticaret odaları, örgütlü veya örgütsüz birçok inisiyatifin organize ettiği araçlarla Elazığ’a yardım göndermek için sıraya girmişti. Gönderilen yardım tırları, şehrin girişinde AFAD’ın yönlendirmesi ile Kızılay’ın, Elazığ Belediyesi’nin ve Ticaret Odası koordinasyonunda ve bizim sorumluluğumuzda yürütülen 3 depoya yönlendiriliyordu. Depremin üstünden iki gün geçmiş olmasına rağmen kente 120 adet yardım tırı ulaşmıştı. 

Kurduğumuz sistem harika çalışıyordu. Elazığ’a gelen Sivil Toplum Kuruluşlarının çağrısı ve yerelde bulunan Elazığ Gençlik Meclisi’nin de çabasıyla 300 gönüllü ile birlikte hareket ediyorduk. Gönüllülerin çoğu halkın ihtiyacını analiz ediyor, kriz merkezine aktarıyor, oradan da bize hangi lokasyona hangi ihtiyaç malzemesinin gideceğinin bilgisi geliyordu. Depoda bulunan gönüllüler ile malzemeleri küçük araçlara yüklüyor ve ihtiyaç noktalarına gönderiyorduk. Deprem yaşandıktan sonra hiç tereddütsüz depoları bu işin organizasyonuna hemen açan ve bize destek olan Aytunç Abi, depoda bizlerle birlikte çalışan beş gün boyunca evine dahi gitmeden operasyona destek veren Hayati ile geçirdiğim o günler güzel dostluklar da hediye ediyordu bizlere. 

“Eğer o gün Elazığ’a hareket etmeseydik, bugüne kadar biriktirdiğimiz bu tecrübeyi, oradaki durumun yönetilmesinde kullanmasaydık, nerede yararını görecektik?”  diye soruyorum bazen kendime. Eğer o sistem kurulmasaydı depodaki battaniyeler ihtiyaç sahiplerine zamanında gitmeyecekti belki de… “Doğru zamanda doğru yerde olmanın önemi, işte sahada olmanın önemi!” diye tekrarlardım İstanbul’a dönüş yolu boyunca. Tabii ki bizler beş gün sonra olay yerinden çekildik. Çünkü bir şekilde hayatımızın akışındaki var olan sorumluluklarımızı yerine getirmeliydik. Ancak sistemin sağlıklı yürümesi adına Mehmet Sarıca yirmi gün daha orada kaldı. Sistemi bilen IDEMA ve İhtiyaç Haritası çalışanları da dönüşümlü olarak Elazığ’a giderek organizasyon yürütülmesine destek verdiler. 

Kalkınmanın dinamikleri, coğrafyayı ve toplumu tanımaktan geçer. Toplumun yöresel dinamiklerine uygun projeler geliştirmediğiniz sürece, her proje tamamlanması gereken ziyaretler ve eğitimlerden ibarettir. Düşünün ülkemizde sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması adına her yıl binlerce projeye milyonlarca liralık kaynak harcanıyor. Bu kaynakların büyük bir bölümü ise, büyük şehirlerde bulunan proje ofislerinde çalışanların yazdığı raporlar çerçevesinde tamamlanıyor. Oysa projenin uygulandığı kent ve bölgelere gitmeden sorunu nasıl tespit edebilir ve çözüm önerisi getirebilirsiniz? Bir yörük çadırında uyumadan, sigortasız şekilde ağaç keserek geçimini sağlayan orman işçilerinin sorunlarına çözüm geliştirebilir misiniz? Tahtacı Fatma’nın günlük sorunlarını görmeden çözümün ne olacağını kendisinden dinlemeden göçebe yaşayan işçilerin sorunlarını ortadan kaldıracak politika önerileri hazırlayabilir misiniz? Tabii ki hayır!

İşte tam da bu noktada çalışmalara memleketin dört bir köşesinde sahada yer alarak, insana dokunarak, hayatın birebir içinde olarak devam etmeliyiz!
Sahada olan ve “derdi” olanlara selam olsun …